İran, 18 Haziran'da 13'üncü Cumhurbaşkanlığı seçimi için sandık başına gidiyor.
Seçimde yarışacak adayları onaylayan merci Anayasayı Koruyucular Konseyi (AKK), 25 Mayıs'ta yaptığı açıklamada, başvuruda bulunan 592 kişiden yalnızca yedi kişiye adaylık izni verildiğini duyurdu.
Bu adayların beşi muhafazakar isimlerden oluşurken, listede sadece iki reformist isim yer alabildi.
Ülkenin dini lideri Ayetullah Ali Hamaney'e yakınlığıyla bilinen yargı erkinin başındaki aşırı muhafazakar İbrahim Reisi, adaylığı onaylanan isimlerin arasındaki en güçlü figür olarak ön plana çıkarken, özellikle üç önemli isme onay çıkmaması sürpriz etkisi yarattı. Bunlar, üç dönem parlamento başkanlığı yapan ve şu an ülkenin dini lideri Ayetullah Ali Hamaney'in danışmanı olan Ali Laricani, eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ve reformist kanadın önde gelen adaylarından Cumhurbaşkanı Ruhani'nin Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri.
Ülkedeki aday veto süreci hem İran'da hem de dünyada tartışmalara yol açarken, bir başka önemli husus olan 'seçime katılım oranı' da gündemde yerini aldı.
Birçok uzman, bu seçime en büyük 'darbe'nin aşırı düşük seçim oranından gelebileceğini ve meşruiyet tartışmalarının kaçınılmaz olacağı değerlendirmesini yaptı.
Seçimi boykot çağrıları da her seçimde olduğu gibi eksik olmadı. Hem ülkenin dışında İran muhalefeti, hem de Mahmud Ahmedinejad gibi adaylığı onaylanmayan bazı isimler, halkı seçimleri boykot etmeye çağırırken, İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney seçime katılımın öneminin altını çizdi ve halka sandığa gitmesi için seslendi.
Sakarya Üniversitesi (SAÜ) Ortadoğu Enstitüsü Araştırmacısı Mustafa Caner, TRT Haber'in konuyla ilgili sorularını yanıtladı.
İran seçimleri konusunda adaylığı onaylanan isimlerden ziyade adaylığı onaylanamayan isimler üzerinde çok duruldu. Üç dönem parlamento başkanlığı yapan ve şu an ülkenin dini lideri Ayetullah Ali Hamaney'in danışmanı olan Ali Laricani, eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ve reformist kanadın önde gelen adaylarından Cumhurbaşkanı Ruhani'nin Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri’nin adaylıkları Anayasayı Koruyucular Konseyi (AKK) tarafından onaylanmadı. Adayların neden reddedildikleriyle ilgili açıklama getirilmezken, Hamaney bu konuda eleştirel bir pozisyon aldı. Adayların değerlendirme sürecinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini söyledi. Fakat Hamaney'in 'itirazına' rağmen AKK geri adım atmadı. Bu tablo bize ne anlatıyor?
Öncelikle Hamaney’in “itirazının” tavsiye niteliğinde olduğunu söylemek gerekiyor. Zira Hamaney, belirli bir ismin aday olması için Koruyucular Konseyi’ne emir verme yetkisine sahiptir. Bu yetkisini daha önce 2005 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kullanmıştır.
"Hamaney'in 'itirazı' Laricani'nin gönlünü almaya yönelikti"
Ancak Hamaney bu kez bu yetkisini kullanmadı. Süreç ile ilgili, özellikle medyaya yansıyan Laricani’nin ailesine yönelik bazı iddialardan dolayı rahatsızlığını bildirdi.
Bu hamlesi biraz da Laricani gibi kendine çok yakın olan bir ismin gönlünü alma ve onu teskin etme amacını taşıyordu. Laricani de şükranlarını ifade eden bir mektup yazdı ve konu kapandı.
Diğer elenen adayların her birinin elenme gerekçeleri farklı. Ahmedinejad, Hamaney ile ve daha geniş anlamda müesses nizam ile problemli bir kişi. Üstelik sahip olduğu halk desteği hiç de yabana atılacak türden değil.
"AKK seçimi İbrahim Reisi'nin kazanmasını istiyor"
Cihangiri ailesinin hakkında birçok yolsuzluk iddiası bulunuyor. Reformistlerin önde gelen adaylarından Mustafa Taçzade, 3 yıl hapis yatmış bir kişi olduğu için Koruyucular Konseyi’nin açıkladığı yeni mevzuat gereği aday olamıyor.
Ancak burada kritik olan nokta, adayların elenme gerekçeleri ya da kimin neden aday olamadığı değil; AKK’nin kimin yeni cumhurbaşkanı olmasını istediği. Bu kişinin Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi olduğu açık bir şekilde görülüyor.
Adaylığı onaylanan 7 ismin arasında yargı erkinin başındaki İbrahim Reisi ön plana çıkıyor. Hatta bazı uzmanlar, seçim sürecinin “Reisi'nin kazanması garanti olacak şekilde” yönlendirildiği eleştirisini yaptı. Reisi kendisi de durumdan pek memnun görünmüyor. Adayların açıklanmasından sonra rekabet ortamının her seçim için şart olduğunu savunmuştu. Sizin bu konudaki değerlendirmeleriniz neler?
Reisi’nin kendisinin de durumdan memnun olmamasının iki gerekçesi var: Birincisi, Reisi’nin dişe dokunur bir rakibe sahip olmadan ve gerçek anlamda bir seçim rekabeti bulunmadan seçimleri kazanmasının doğuracağı meşruiyet krizi.
Her zaman halkın kendisini gerçek bir seçilmiş cumhurbaşkanı olarak görüp görmediğinden şüphe duyacak ve dahası cumhurbaşkanlığı sürekli bu cihetten sorgulanacak.
“Seçim mühendisliği yarışın göstermelik olduğu algısını doğuruyor”
Söz konusu seçim mühendisliği, seçimlerin göstermelik olduğu ve aslında ortada gerçek bir seçim olmadığı algısını doğuruyor. Bu da halkın sandığa temayülünü azaltıyor. Dolayısıyla bir diğer meşruiyet krizi kaynağı kendini gösteriyor. O da katılım oranlarının düşüklüğü. Düşük katılım oranları, Reisi’nin cumhurbaşkanlığının kamusal meşruiyet zeminini zayıflatacak bir faktör.
Ortada gerçekten bir seçim olabilmesi için halkın farklı kesimlerinin, kadınların, farklı politik grupların, hiziplerin ve partilerin temsilcilerinin seçimlerde yer almaları gerekiyor.
İran'da seçmenleri ilgilendiren en önemli konulardan biri ekonomi. Ülke, ABD tarafından uygulanan yaptırımlar nedeniyle büyük bir ekonomik krizi yaşıyor. İşsizlik oranları hayli yüksek. Adayların bu konudaki vaatleri ne yönde?
İran’ın öncelikli gündemi ekonomi ve buna bağlı olarak da adayların söylemlerinde ekonomi konusu ön plana çıkıyor. Adayların katıldığı ilk televizyon münazarası da ekonomi odaklıydı. Muhsin Mehralizade, tıpkı kendi siyasi pozisyonuna yakın önceki cumhurbaşkanlarından Hatemi ve Ruhani gibi dış politikada normalleşmeyi ve diğer ülkelerle iyi ilişkiler kurmayı ekonomik ajandasının başına koymuş durumda.
Böylelikle ekonominin belini büken yaptırımları ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Teknokrat olarak sınıflandırabileceğimiz eski Merkez Bankası Başkanı Abdulnasır Himmeti de ekonominin siyasal tercihlerden ziyade uzmanlık gerektiren bir alan olduğunu söyleyerek, Merkez Bankası bağımsızlığı gibi konulara vurgu yapıyor.
Muhafazakar olarak nitelenebilecek diğer adayların ise yolsuzlukla mücadele, enflasyonun azaltılması, milli gelirin artırılması ve halka ödenen sübvansiyonların artırılması gibi daha teknik olmayan ve doğrudan halkın alımlayabileceği söylemlere başvurdukları görülüyor.
Bu seçimlerde dikkatlerin yoğunlaşacağı noktalardan biri de 'katılım oranı'. Zira, geçtiğimiz parlamento seçimlerinde katılım oranları, İran İslam Devrimi’nin gerçekleştiği 1979 yılından bu yana en düşük seviyesini gördü. İran'da halkın bir kısmı seçimlere inancını kaybetmiş gibi görünüyor. Bazıları da adayları belirleme sürecine tepkili. Sonuç itibarıyla katılım oranının düşük gelebileceği beklentileri var. Hamaney geçen günlerde yaptığı açıklamalarda sandığa gidilmesi için halka seslendi. Bunun vatani bir görev olduğunun altını çizdi. Bu tablo ne anlama geliyor?
Hamaney’in katılım çağrısı her seçim döneminde tekrarlanan bir olgu. Bundan murat edilen hem İran halkı nezdinde seçimlerin ve dolayısıyla sistemin onaylanarak bir anayasal tartışmanın önüne geçilmesi, hem de İran’a yönelik Batı’dan gelen demokrasi eleştirilerinin boşa çıkarılması.
"Düşük katılım olasılığına karşı ön alma çabaları var"
Yüksek katılım oranları İran’ın gerçek bir demokrasi olduğunu ispatlamak için kullanılıyor. Ancak bu seçim döneminde şaşırtıcı bir gelişme daha yaşanıyor. Bazı muhafazakâr siyasetçiler, düşük gelmesi beklenen katılım oranlarına yönelik bir tür ön alma gayretiyle açıklamalar yapıyorlar.
Örneğin, İran Meclis Başkan Yardımcısı Abdulrıza Mısri, seçimlere yüksek katılımın 2017 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ruhani’nin seçilmesi örneğinde olduğu gibi yanlış tercihlere yönelttiğini söyledi. AKK Sözcüsü Abbas Ali Kethüdayi de düşük katılımın hukuken bir sorun teşkil etmeyeceğini açıkladı. İran siyasal seçkinleri düşük katılımın gerçek bir risk olduğunun farkındalar ve söylemsel bir stratejiyle bu problemi önemsizleştirerek muhtemel bir meşruiyet krizini önlemeye çalışıyorlar.
"Katılım oranı yüzde 38 civarında öngörülüyor"
İran’da devlete bağlı çalışan resmi anket kuruluşu ISPA’nın 8 Haziran’da açıkladığı son araştırma sonuçlarına göre katılımın yüzde 38 civarında olması bekleniyor. Bu son derece düşük bir oran. Bugüne kadar cumhurbaşkanlığı seçimlerinde en düşük katılım oranı Rafsancani’nin ikinci dönem için seçildiği 1993 yılında yüzde 50,66 olarak kaydedilmişti. Yurt dışındaki bazı anket kuruluşlarının açıkladığı katılım oranı tahminleri yüzde 38’in bile altında.
İslam Cumhuriyeti formunun “cumhuriyet” ayağında taşların tam olarak yerine oturmadığı zaten 1979’dan beri dillendirilen bir eleştiriydi. 1997’de Hatemi’nin cumhurbaşkanı seçilmesiyle siyaseten başlayan “Reform Dönemi” zaten sistemin cumhur boyutunun ikmal ve tahkimini amaçlıyordu. Ancak ilk kez bu seçimlerde AKK ya da dini liderlik kurumunun adayların dengeli dağıldığı ve halkın katılımının da bu anlamda önemsendiği bir seçim sürecini göz ardı ettikleri görülüyor.
“Muhafazakar siyasi elitler Hamaney sonrası dönemde işi şansa bırakmak istemiyor”
Böylesine önemli hususların görmezden gelinmesi ve düşük katılımın doğuracağı büyük risklerin göze alınması, tek bir gerçeği işaret ediyor: İran’da iktidarı elinde tutan muhafazakâr siyasal elitlerin Hamaney sonrası dönemde işi şansa bırakmama arzusu.
Türkiye-İran ilişkilerinde değişiklik beklenmiyor
Körfez ile gerilimli ilişkileri de ABD-İran ilişkilerinden ayrı düşünmemek gerekiyor. Elbette İsrail’de yeni kurulacak hükümetin de bölgesel dengelerin şekillenmesinde bir payı olacak. Özellikle İsrail’de iktidar değişiminin yaşandığı şu günlerde nükleer anlaşmanın kurtarılması için bir fırsat penceresi açıldı. Çünkü yeni hükümetin öncelikle İsrail içerisindeki gelişmelere odaklanması bekleniyor.
Türkiye ile İran’ın ilişkilerinde de bir kırılma olmayacağı beklenebilir. İki ülke ilişkileri İran’da gerçekleşen cumhurbaşkanı değişimlerinden çok etkilenmeden yıllar içerisinde belirli bir düzeyde devam etti.